Seslİ Betİmleme

GİZEMLİ KOMŞULAR
Yaz mevsiminin ilk günleriydi. Okulların kapanmasına oldukça az bir zaman kalmıştı. Özel Sokağın Çocukları yıl boyu çalışmış, pek çok etkinliğe katılmışlardı. Tabii biraz da yorulmuşlardı. Sabırla karne alacakları günü bekliyorlardı artık. Karne gününden sonra bol güneşli, bol oyunlu yaz tatili bekliyordu onları. Tatilin gelmesini bekleyen Mehmet Akif, o sabah ne olduğunu anlamadığı bir gürültüyle uyandı. Telaşla fırladı yatağından. Uykulu gözlerle sağa sola bakındı. Odasındaki eşyalara göz gezdirdi. Her şey yerli yerindeydi. Heyecanı biraz yatıştıktan sonra kendisini uyandıran gürültünün dışarıdan geldiğini anladı. Merakla pencereye koştu. Pencereden baktığında eskiden Veysel amcaların oturduğu evin önüne bir yük kamyonu gördü. “Allah Allah! Bu ev uzun süredir boştu. Herhâlde birileri taşınıyor.” dedi kendi kendine. Salona geldiğinde anne ve babasını kahvaltı masasını hazırlarken buldu. ― Günaydın anne. Günaydın baba. Büyük bir gürültüyle uyandım. Yoksa siz duymadınız mı? Neler oluyor dışarıda, dedi. Mehmet Akif’in bu sorusuna babası cevap verdi: ― Telaş edecek bir şey yok oğlum. Yeni komşularımız evlerine taşınıyorlar. ― Kimmiş peki yeni komşularımız? ― Henüz ben de bilmiyorum. Tanışırız birazdan. Haydi elini, yüzünü yıka da sofraya gel. Kahvaltımızı yapıp çıkalım. Yeni komşularımızın taşınmalarına yardım edelim. Mehmet Akif ile babası kahvaltılarını yaptıktan sonra dışarı çıktılar. Özel Sokak’ın sakinleri de birer ikişer kamyonun yanına gelmeye başlamışlardı. Mehmet Akif’in babası kamyonun yanındaki orta yaşlı bir adamın yanına yaklaşarak konuştu: ― Selamün aleyküm! Kolay gelsin! Ben Süleyman. Sokağımıza hoş geldiniz. Orta yaşlı adam cevap verdi: ― Aleyküm selam. Hoş bulduk. Ben de Kays Ahmed. Artık burada yaşayacağız kısmet olursa. ― Hayırlı olsun. Komşu olacağız desenize. Buralı değilsiniz galiba? ― Evet, Afganız. Biz geçen yıl doğduğu, büyüdüğü toprakları bırakıp ülkenize göç etti. Şimdi de sokağınza taşınıyor. ― Allah yardımcınız olsun. Zor olsa gerek. ― Zor olmaz mı? Eşimizi, dostumuzu her şeyimizi bırakıp geldik. ― Peki neden göç ettiniz? ― Ne yazık ki bizim oralarda can güvenliği yok. Çocuklar gidemiyor okula. Benim de var iki çocuk: Ferhad ile Şamila. Biz istiyor onlar okusun, güzel şeyler öğrensin. Siz sağ olun, bize yardım ettiniz. Ülke olarak kapılarınızı açtınız. ― Hoş geldiniz öyleyse. Öyledir bizim insanımız. Biz Yunus Emre’nin torunlarıyız. Yaradılan her şeyi Yaradandan ötürü severiz. Ayrıca bizde misafir çok değerlidir. Burada kendinizi mutlu hissedersiniz inşallah. Eşiniz, çocuklarınız nerede peki? Onlar ne zaman gelecek? ― Onlar da gelecek birkaç gün sonra. Ben geldim önden eşyalarımızı yerleştireyim diye. ― Çok iyi etmişsiniz. Haydi öyleyse. Yardım edelim de bir an evvel eşyalarınızı taşıyalım. ― Sağ olun. Ben kendini şimdiden yurdunda gibi hissetmeye başladı. O günden sonra çocuklar arasında en çok konuşulan konu Afgan çocukları oldu. Ferhad aşağı Şamila yukarı... Kimdi acaba bu gizemli komşular? Nasıl birileriydi? Aradan günler geçmiş, Özel Sokağın Çocukları karnelerini alalı bir haftadan fazla olmuştu. Bu arada Şamila, Ferhad ve annesi de gelmiş, yeni evlerine yerleşmişlerdi. Ancak ne var ki bizim sokağın çocukları henüz tanışamamışlardı onlarla. Arada sırada pencerenin önünde, balkonda ya da bahçenin bir köşesinde otururken görüyorlardı onları. Ferhad ile Şamila bir türlü sokağa çıkmıyorlardı. Sürekli ellerindeki tabletle ilgileniyorlardı. Özel Sokağın Çocukları bir anlam veremiyordu onların bu davranışına. Böylesi güzel bir havada dışarı çıkıp oynamak varken sürekli tabletle ilgilenmek garip geliyordu onlara. Çocuklar sokakta neşe içerisinde oynarken Mehmet Akif’in annesinin sesi duyuldu: ― Akif, yukarı gelebilir misin oğlum? Mehmet Akif annesinin sesini duyar duymaz eve koştu. ― Efendim anneciğim! Neden çağırdın beni? ― Yeni komşularımıza ikram etmek için kek yaptım yavrum. Onu götürebilir misin? Günlerdir aradığı fırsat Mehmet Akif’in ayağına gelmişti. Bu vesileyle Ferhad ve Şamila ile tanışabilir, onları oynamak için dışarıya çağırabilirdi. Gözleri parladı birden: ― Elbette anneciğim. Zevkle götürürüm, dedi. Annesinin yaptığı keki alarak yola koyuldu. Ferhad bu sırada her zaman yaptığı gibi tabletini eline almış oyun oynuyordu. Şamila ise babasıyla birlikte alışveriş yapmaya gitmişti. Ferhad’ın yine tabletle ilgilendiğini gören annesi Şule Hanım, Afganların dili Urducayla: ― Yeter artık Ferhad! Bütün gün tabletle oynuyorsun. Sokağa çıkıp diğer çocuklarla tanışsan ya! Bak ne güzel oynuyorlar, dedi. Ferhad cevap verdi: ― Çünkü bu daha eğlenceli. ― Çıkıp bir baksan arkadaşlarla oynamanın da ne kadar eğlenceli olduğunu göreceksin. ― Ben onlar gibi değilim ki! Yürüyemiyorum, koşamıyorum. Türkçem de iyi değil. Beni aralarına almak isterler mi hiç? ― Neden istemesinler? Denedin mi hiç? Tüm gün tabletle oynayarak hem sağlığını bozacak hem de tablet bağımlısı olacaksın. Tablete ayırdığın süreyi kontrol etmeyi öğrenmelisin. ― Merak etme anne. Bir şey olmaz. O sırada kapının zili çaldı. Annesi: ― Sen bilirsin Ferhad. Ancak denesen pişman olmazsın, diyerek kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında elinde bir tabak kek ile Mehmet Akif’i gördü. Mehmet Akif: ― Merhaba. Ben Mehmet Akif. Yan tarafınızdaki evde oturuyorum. Annem yaptığı kekten size de gönderdi. Bu arada sokağımıza hoş geldiniz, dedi. Bu misafirperverlik Ferhad’ın annesini çok mutlu etti. Mehmet Akif’e: ― Ben teşekkür eder. Benim adım da Şule. Siz çok düşünceli, dedi. Ardından onu içeri davet etti. Mehmet Akif içeri girince Ferhad da isteksizce elindeki tableti bıraktı. Koltuk değneğinin yardımıyla onun yanına geldi. Şule Hanım da limonata hazırlamak için mutfağa yöneldi. ― Hoş geldin. Ben Ferhad, dedi. Mehmet Akif de kendini tanıttı: ― Hoş bulduk. Ben de Mehmet Akif. Şule Hanım limonataları getirinceye kadar Mehmet Akif ile Ferhad arasında çoktan sıcak bir sohbet başlamıştı. ― Ferhad! Sen ve Şamila neden sokağa çıkıp bizimle oynamıyorsunuz? Hiç sıkılmıyor musunuz evde? ― Yoo, ben sıkılmıyor. Alışkın evde kalmaya. Televizyon izliyor, tablet oynuyor. ― Evet, televizyon izlemek, tabletle oynamak çok eğlenceli ama arkadaşlarla oynamanın tadı bambaşka. Ne dersin, dışarı çıkıp birlikte oynayalım mı? ― Şeyy... Ben sokakta oynayamaz. Oynadığınız oyunları bilmez. ― Olsun, biz öğretiriz sana. ― Ama ben yürüyemez. Türkçeyi de çok iyi konuşamaz. ― Hiç sorun değil. Biz senin de oynayabileceğin pek çok oyun biliyoruz. Ayrıca bizimle oynarken Türkçemizi daha kolay öğrenirsiniz. ― Gerçekten mi? ― Elbette. Haydi, gidelim de seni arkadaşlarımla tanıştırayım. Ferhad ne diyeceğini bilemedi. Ardından annesiyle göz göze geldi. Annesi: ― Haydi ama Ferhad. Biraz hava almış olursun, dedi. Annesi, Ferhad’ın tekerlekli sandalyesini kapının önüne çıkardı. Ardından Mehmet Akif’in de yardımıyla Ferhad’ı tekerlekli sandalyeye oturttu. Mehmet Akif ile Ferhad birlikte parka gittiler. Onları gören çocuklar oyunu bırakıp yanlarına doğru koşmaya başladılar. Hep bir ağızdan “Merhaba Ferhad! Aramıza hoş geldin.” dediler. Ardından da “Şamila nerede peki? O neden gelmedi?” diye sordular. Ferhad, herkesin kendisinin ve kardeşlerinin isimlerini biliyor olmasına şaşırdı. Aynı zamanda bu sıcak karşılamadan da etkilendi. ― Merhaba! Ben hoş buldu. Şamila ve babam dışarı gitti, dedi. Gökçe dayanamayıp: ― Hiç dışarı çıkmayacaksınız sandık. Hiç mi sıkılmadınız evde, diye sordu. ― Aslına bakarsanız ben sıkılmadı. Ama sizin oynadığınız oyunları da merak ediyor. ― Eee, neyi bekliyoruz o zaman? Haydi biraz oyun oynayalım, dedi Arda. ― Hangi oyunu oynayacağız peki, diye sordu Hazel. Ferhad’ın da seveceği bir oyun olsun. Sonra hep birlikte Ferhad’a döndüler: ― Senin oynamak istediğin bir oyun var mı Ferhad? Ferhad ne diyeceğini bilemedi. Biraz düşündükten sonra: ― Ben sokakta oynanan oyunları pek bilmez. Siz karar verin, dedi. ― O zaman “Eski Minder” oynamaya ne dersiniz, diye sordu Hazel. ― Harika bir fikir, dediler hep bir ağızdan. Ferhad çekinerek; ― Ama ben nasıl oynanacağını bilmiyor ki, dedi. ― Merak etme. Ben şimdi sana nasıl oynandığını anlatacağım. Ardından anlatmaya başladı: ― Önce sayışarak bir ebe belirleyeceğiz. Ebe eski minder olarak ortaya geçecek. Diğerleri de onun etrafına halka şeklinde dizilecek. Hep birlikte “Eski Minder” tekerlemesini söyleyerek dönmeye başlayacağız. Tekerleme bitince eski minder istediği pozu seçecek. Biz de onun seçtiği pozu taklit edeceğiz. Eski minder en çok kimin pozunu beğenirse yeni ebe o olacak. ― Ama ben eski minder olmak istemez, dedi Ferhad. ― Olmaz öyle şey, dedi Metin. Sayışmada kim çıkarsa o ebe olacak. Oyunun kuralı bu. Kurallara uyulmazsa kimse oyundan keyif alamaz ki! Ferhad itiraz etmedi. ― O zaman saymaya başlıyorum, dedi Tuna. “Oooo! İğne battı, canımı yaktı, Tombul kuş, arabaya koş, Arabanın tekeri, İstanbul’un şekeri Hop, hop, altın top. Bundan başka oyun yok.” Sayışma sonunda Hazel eski minder oldu ve ortaya geçti. Diğer çocuklar da halka şeklinde sıralanarak başladılar “Eski Minder” tekerlemesini söylemeye. Söyledikleri tekerleme Ferhad’ın çok hoşuna gitmişti. Tekerlemenin bitmesiyle “Güzellik!” dedi Hazel. Tüm çocuklar en güzel, en sevimli pozlarını verdiler. Hazel arkadaşlarını şöyle bir süzdü. Başını hafifçe yana eğmiş, yüzündeki gülümseme ifadesiyle Ferhad o kadar şirin görünüyordu ki. “Ferhad” dedi hiç düşünmeden. Hep birlikte gülüştüler. Çocuklar oyuna devam ederken ağabeyinin parkta olduğunu öğrenen Şamila da geldi yanlarına. O da çocuklarla tanışıp oyunlarına katıldı. Bir süre daha “Eski Minder” oynadıktan sonra Hazel: ― Geçen gün evde ailece bir oyun oynamıştık. Birlikte o oyunu oynayalım mı, dedi. Tüm çocuklar merakla Hazel’e döndüler. ― Nasıl bir oyun bu? Hazel anlatmaya başladı: ― Oyunculardan biri aklından bir hayvan tutuyor. Diğerleri ona bu hayvanla ilgili “Kaç ayaklı?”, “Ne yer?”, “Nerede yaşar?” gibi sorular soruyorlar. Verilen yanıtlara göre bu hayvanın ne olduğunu tahmin etmeye çalışıyoruz. ― Harika! Ben bu oyunu şimdiden çok sevdim, dedi Mehmet Akif. Ferhad ve Şamila da çok sevmişti bu oyunu. Zaten hayvan belgeselleri izlemeyi çok severlerdi. Bu yüzden hayvanlar hakkında pek çok şey biliyorlardı. ― İlk ben tutabilir mi, diye sordu Şamila. Şamila’yı böyle istekli ve mutlu gören çocuklar çok sevindiler. “Elbette.” dediler. ― Peki o zaman. Tutuyor, tutuyor. Tut―tum! Mehmet Akif sordu: ― Kaç ayaklı? ― İki. Gökçe: ― Nerede yaşar? ― Genellikle kutuplarda yaşar. ― Buldum, dedi Zeynep. Kutup ayısı. Tüm çocuklar bu cevaba çok güldüler. Hilal: ― Hayır Zeynep. Kutup ayılarının dört ayağı vardır bir kere. Peki ne yer? ― Balık. ― Rengi ne peki? ― Sırtları siyah ve gri, karnı beyaz. ― Buldum! Penguen, diye atıldı Metin. ― Evet! Doğru, dedi Şamila. Özel Sokağın Çocukları gün boyu birçok oyun oynadılar. Hepsi de Ferhad ve Şamila’nın bilmediği, birbirinden keyifli oyunlardı. Ferhad ve Şamila hiç bu kadar eğlenmemişlerdi. Hayatlarının en güzel günlerinden birini geçirmişlerdi. Mutluluktan uçuyorlardı eve döndüklerinde. ― Anneciğim, babacığım, diye bağırarak seslendiler. Onları bu kadar heyecanlı gören anne ve babaları sordu: ― Ne oldu çocuklar? Nedir bu heyecan? ― Çoook çok güzel bir gündü. Pek çok arkadaşımız oldu. Çocuklarının mutluluğunu gören Şule Hanım ve Kays Ahmed Bey: ― Yaa! Ne kadar güzel. Gördünüz mü? Ne iyi ettiniz de gittiniz, dediler. Sonra da birbirlerine dönerek “Biz de ne iyi ettik de geldik buraya. Çocuklarımız burada güvenle büyüyecek. Hem Türkiye hem dünya için çalışacaklar.” diye konuştular. Kays Ahmed Bey, Ferhad’ın tekerlekli sandalyesini eve çıkardı. Annesi de Ferhad’ın merdivenlerden çıkmasına yardım etti. Mutluluk içerisinde evlerine girdiler. Çocuklar o gün tableti bir daha ellerine almadılar. Pencerenin kenarına geçip sokağı izlediler bir süre. Sonra da yataklarına geçip derin bir uykuya daldılar. Kim bilir rüyalarında hangi oyunları oynuyorlardı.

İÇERİK

Özel Eğİtİm ve Rehberlİk Hİzmetlerİ Genel Müdürlüğü

Emnİyet Mahallesİ Gazetecİ Muammer Yaşar Bostancı Caddesİ
MEB Beşevler Kampüsü A Blok 06560 Beşevler, Yenİmahalle / ANKARA
Telefon: Personel İletİşİm Fax:(0312) 213 13 56

MEB © - TÜm Hakları Saklıdır. GİZLİLİK, Kullanım ve Telİf Hakları bİldİrİmİnde belİrtİlen kurallar çerçevesİnde hİzmet sunulmaktadır.