FINDIK FARESİ
Günün çok erken saatleriydi. Sabah ezanı yeni okunmuş, hava yeni yeni ağarmaya başlamıştı.
Gökçe, sıcak yatağında mışıl mışıl uyurken kardeşinin
“Yaşasın!” diye bağırmasıyla uyandı. Yarı uyanık, yarı
uykulu gözlerle sordu:
— Ne oluyor Metin? Neden bağırıyorsun?
Metin, heyecanla konuşmaya başladı:
— Kar yağıyor. Lapa lapa kar yağıyor. Her taraf bembeyaz
olmuş!
Gökçe, pencerenin önünde neşeyle zıplayan kardeşine:
— Aman Metin! Sabah sabah bu kadar enerjiyi nereden
buluyorsun anlamıyorum. Lütfen yatağına geçip uyur
musun?
— Ablaaa! Kar yağıyor diyorum sana. Anlamıyor musun?
— Anlıyorum da ne yapalım şimdi?
— Ne mi yapalım? Haydi kalk. Dışarı
çıkalım!
— Şaşırdın herhâlde. Bu saatte dışarı mı
çıkılır? Güneş bile doğmadı henüz. Lütfen
biraz uyu ve havanın aydınlanmasını
bekle.
Gökçe, tekrar başını yastığına koydu ve uykusuna kaldığı yerden devam etti.
Metin de çaresizce yatağına geri döndü.
Metin, yatakta bir sağa bir sola dönüp durdu. Heyecandan bir türlü
uyuyamıyordu. İçinden “Hava bir an evvel aydınlansa da dışarı çıkıp oynasam.”
diye geçiriyordu.
Sık sık yatağından kalkıp dışarıyı kontrol etti. Zaman bir
türlü geçmek bilmiyordu. Metin, bir an gün
hiç aydınlanmayacak, evdekiler hiç
uyanmayacak sandı.
Neyse ki düşündüğü gibi olmadı. Bir süre sonra evdeki herkes uyandı.
Ardından anneleri:
— Haydi çocuklar! Kahvaltı hazır. Ellerinizi ve yüzünüzü yıkayıp üzerinizi
değiştirin. Sonra da sofraya gelin, dedi.
Metin bir an evvel dışarı çıkabilmenin heyecanıyla
odadan fırladı. Doğruca mutfağa gitti ve
sandalyeye oturdu.
— İşte geldim. Ben hazırım.
Tam o sırada babasıyla göz göze geldi.
— Metinciğim, sofraya oturmadan önce bir şey yapman gerekmiyor
muydu?
— Sahi ya! Elimi yüzümü yıkamadım. Heyecandan unutmuşum.
— Ama Metinciğim, sağlığımız için temizliğimize dikkat etmemiz
gerektiğini biliyorsun. Mikropların seni hasta etmesini istemezsin
değil mi?
— Elbette istemem.
— O zaman daha dikkatli olmalısın. Ellerini ve yüzünü yıkamayı
unutmamalısın.
— Haklısınız. Söz veriyorum daha dikkatli olacağım.
Metin hemen lavaboya koştu. Elini, yüzünü hızlıca yıkayarak geri döndü.
Annesi:
— Evet, şimdi çok daha iyi oldu, dedi. Bu sırada Gökçe de ellerini ve yüzünü
yıkayıp sofradaki yerini almıştı.
Metin masanın üzerine şöyle bir göz gezdirdi. Peynir, zeytin, tereyağı, bal,
yumurta ve sütü görünce yüzünü buruşturdu.
— Yine mi bunlardan yiyeceğiz? Patates kızartması yesek olmaz mı?
Annesi cevap verdi:
— Her gün patates kızartması yiyemeyiz Metin. Sağlıklı yaşamak istiyorsak
yediğimize, içtiğimize dikkat etmeliyiz. Vücudumuzun ihtiyaç duyduğu tüm
besinleri tüketmeliyiz. Hem sen boyunun uzamasını ve iyi bir basketbolcu
olmayı istemiyor muydun? Sporcular sağlıklı beslenmeye çok önem
verirler.
Metin ve annesinin bu konuşmalarına Gökçe de katıldı:
— Basketbol demişken Metin! Bugünlerde sanki boyun
biraz uzadı gibi.
— Öyle mi? Hemen gidip boyumu ölçeyim o zaman.
Annesi Metin’i durdurdu.
— Ama önce şu yumurtadan biraz yemelisin.
Metin annesinin uzattığı yumurtadan bir lokma aldıktan sonra hemen
boyunu ölçmeye gitti. Boyu gerçekten iki santimetre daha uzamıştı. Büyük
bir sevinçle evin içinde zıplamaya başladı.
Babasının;
— Oğlum! Gel artık, diye seslenmesiyle masaya geri döndü.
Kahvaltısından bir iki lokma daha aldıktan sonra
bir bahaneyle tekrar ayağa kalktı.
Annesi uyardı:
— Oğlum yeter artık. Kahvaltını bitir, ne yapacaksan
öyle yap.
Metin, bu kadar hareketli oluşunun çevresindekileri rahatsız
ettiğinin farkındaydı. Aslında böyle davranmak istemiyordu
ancak kendisine bir türlü engel olamıyordu. Sürekli kıpır kıpırdı.
Dikkati çok hızlı dağılıyor, bir iş yaparken çabucak sıkılıyordu.
Ailesi, Metin’in bu durumunu doktorlarla görüşmüştü.
Doktorlar, Metin’in enerjisinin çok fazla olduğunu
söyleyerek ailesine, onu bir spor dalına yönlendirmelerini
önermişlerdi.
Metin basketbolu çok seviyordu. Bu nedenle
ailesi de onu basketbol kursuna
göndermeye karar vermişti.
Bunun için yarıyıl tatilinin
gelmesini ve kurs
kayıtlarının açılmasını
bekliyorlardı.
Metin, kahvaltısını bitirdikten sonra yeniden pencerenin önüne
koştu. Kar yağışı hâlâ devam ediyordu. Özel Sokağın Çocukları
da birer ikişer dışarı çıkmaya başlamışlardı. Onları görünce:
— Haydi artık, biz de çıkalım, dedi.
Gökçe ile Metin hızlıca sofranın toplanmasına yardım ettikten sonra
dişlerini fırçaladılar.
Gökçe üzerini değiştirdikten sonra seslendi:
— Ben hazırım Metin. Sen de hazırsan çıkabiliriz.
Metin koşarak geldi.
— Ooo! Ben çoktan hazırım ablacığım.
— Hazır mısın? Ben pek öyle görmüyorum ama.
Atkın ve beren nerede? Ayrıca eldivenlerini de
takmamışsın.
— Onları bulamadım. Hem ben üşümüyorum ki.
— Olur mu öyle şey? Bu mevsimde atkısız,
beresiz ve eldivensiz dışarı mı çıkılır? Üşütüp
hastalanırsın Allah korusun!
Metin tekrar odasına gitti. Atkısını, beresini
ve eldivenlerini bularak geri döndü.
Dışarı çıktıklarında arkadaşları çoktan kar ile oynamaya başlamışlardı. Metin
hemen kocaman bir kar topu yaparak Mehmet Akif’e fırlattı. Mehmet Akif daha
kar topunun nereden geldiğini anlamadan ikincisinin de hedefi oldu.
— Seni yaramaz seni! Şimdi gösteririm ben sana, diyerek yerden bir tutam kar
aldı. Onu top hâline getirerek Metin’e fırlattı.
Onları gören diğer çocuklar da katıldılar kar topu savaşına.
Metin, attığı her kar topu ile vuruyor ama her nasılsa kendisine atılan kar
toplarından kolayca kurtuluyordu. Metin’le bu konuda baş edemeyeceğini
anlayan Mehmet Akif:
— Haydi arkadaşlar! Birlik olup Metin’e gününü gösterelim. Bakalım o zaman
da kar toplarımızdan kurtulabilecek mi, dedi.
Tüm çocuklar kar toplarının yönünü Metin’e çevirdiler. Ne olduğunu
anlayamayan Metin bir anda kar topu yağmuruna yakalanmıştı.
Sağa sola koşmaya ve kendisine atılan kar toplarından kurtulmaya
çalıştı.
Çocukların bu eğlencesine bir süre sonra büyükler de katıldı.
Onlar da sokağa çıkıp çocuklarla kar topu oynadılar. Ardından
hep birlikte kocaman bir kardan adam yaptılar. Hazel,
evden bir atkı getirerek kardan adamın boynuna taktı.
Tuna da getirdiği havuçla kardan adamın burnunu
yaptı. Zeytin taneleriyle de simsiyah bir çift göz
ve gülümseyen bir ağız yaptılar.
Bir süre de kızakla kaydıktan sonra
“Bugünlük bu kadar eğlence yeter.”
diyerek evlerine döndüler.
Eve dönünce anneleri Metin ve Gökçe’ye:
— Haydi, herkes sırayla banyoya, dedi.
Metin hızlıca banyoya gitti. Güzelce yıkanıp temizlendi.
Sıcak bir banyo çok iyi gelmişti doğrusu. Hem ısınmış
hem de oldukça rahatlamıştı. İyice kurulandıktan sonra
banyodan çıktı ve televizyon izlemeye başladı.
Metin “Televizyon izlerken yanında bir şeyler atıştırayım.” diye düşündü.
Mutfağa giderken ablasına seslendi:
— Abla, bir şeyler atıştırmak ister misin?
Gökçe cevap verdi:
— Benim de banyo yapmam lazım. Sana afiyet olsun canım.
Mutfağa girdiğinde Metin’in gözü masanın üzerinde
duran kâsedeki fındıklara takıldı. Bir avuç fındık alarak
fındık kıracağını aramaya başladı. Biraz bakındıktan
sonra:
— Off bulamadım. Gerek de yok zaten, diye söylenerek
salona geri döndü.
Dişleriyle kırdığı fındıkları keyifle yemeye başladı. Bir fındık daha
kırmıştı ki “Ah!” dedi bir anda. Dişinde bir sızlama hissetti ama bunu
fazla önemsemedi.
Kanalların arasında biraz gezindikten sonra sıkıldı ve televizyonu
kapattı. Pencerenin kenarına oturarak az da olsa hâlâ devam eden
kar yağışını izledi. Bu arada dişi hafif de olsa hâlâ sızlıyordu.
Gökçe banyodan çıktı:
— Benim ödevlerim var. Öğretmenimiz Ahi Evran
hakkında araştırma yapmamızı istedi, diyerek odasına
geçti.
Metin de oyalanacak bir şeyler bulmaya
çalışıyordu. Önce yapbozlarını alarak bir süre
oynadı ama çabucak sıkıldı. Ardından
boyalarını alarak resim yapmaya
başladı. Onu da tamamlamadan
bıraktı. Bu sefer de tahta
bloklarını almak için odaya
girmişti ki Gökçe uyardı:
— Metinciğim, sürekli girip çıktığın için dikkatim
dağılıyor. Okuduklarımı anlayamıyorum. Lütfen bana
yardımcı olur musun?
Metin:
— Özür dilerim ablacığım. Seni rahatsız etmek
istememiştim, diyerek tekrar salona döndü. Biraz da
anne ve babasıyla oyun oynadı ama ne var ki o da
uzun sürmedi.
Bir süre sonra Metin’in dişi tekrar sızlamaya, ardından da şiddetli bir şekilde
ağrımaya başladı. Metin koşarak ablasının yanına gitti:
— Ablacığım, geçenlerde hasta olduğunda doktor sana bir ilaç vermişti
ya. O ilaçtan kaldı mı? İçmem için bana verir misin?
— Metinciğim olur mu öyle şey? Doktor tavsiyesi olmadan kendi başımıza
ilaç kullanamayız. Neden ilaç istiyorsun? Bir yerin mi ağrıyor?
— Evet ablacığım. Dişim ağrıyor.
— Bunu hemen anneme ve babama
söylemeliyiz.
Gökçe salona giderek anne ve babasını
çağırdı. Anne ve babası hemen Metin’in
yanına geldi.
Annesi:
— Neyin var Metin? Ne oldu dişine, diye
sordu.
— Televizyon izlerken fındık yiyordum.
Fındık kabuklarını dişimle kırınca
dişimde bir sızlama hissettim ama
sonra geçmişti. Şimdi iyice ağrımaya
başladı.
— Ah Metinciğim ah! Kabuklu yiyecekler dişle kırılır mı hiç? Fındık
kıracağımızı neden kullanmadın?
— Aradım ama bulmadım anne.
Babası telaşlı bir şekilde konuştu:
— Seni hemen doktora götürmeliyiz, dedi. Diş sağlığı merkezinde hafta
sonu nöbetçi doktorlar bulunuyor.
Metin ile babası hiç vakit kaybetden diş sağlığı merkezine gittiler. Gökçe
ile annesi de onları evde bekledi.
Metin ile babası muayene sırası aldıktan sonra kısa bir süre beklediler.
Sıra kendilerine geldiğinde ise muayene odasına girdiler.
Diş hekimi sordu:
— Hoş geldin evlat. Geçmiş olsun. Nedir şikâyetin?
Metin diş hekimine dişinin ağrıdığını söyledi. Ardından dişiyle fındık
kırdığından söz etti.
Diş hekimi:
— Fındık gibi kabuklu yiyecekleri kırmak
dişlerimize zarar verir. Dişlerimiz bir şey
kırmak için değil yiyecekleri öğütmek için
yaratılmış. Biliyor musun Metin? Dişlerimiz
ayrıca düzgün konuşabilmemiz için
de gerekli. Çünkü bazı sesler dilimizin
dişimize değmesiyle çıkıyor, dedi.
Metin doğrusu bunu ilk kez
duyuyordu.
— Diş hekimi Metin’i uzay
mekiği gibi bir koltuğa oturttu.
Başını geriye iyice yaslamasını
istedi. Yanındaki düğmelere
basarak koltuğun yüksekliğini
ayarladı. Maskesini ve muayene
eldivenlerini taktı.
— Şimdi ağzını kocaman aç ve
“Aaa” de bakalım.
Arda diş hekiminin söylediklerini
yaptı.
Diş hekimi, muayene koltuğunun üst kısmında
bulunan uçak direksiyonuna benzeyen bölümü
Metin’in ağzına doğru yaklaştırdı. Ardından
elini lambanın olduğu bölümün önüne getirdi.
Lamba bir anda yanmış ve Metin’in ağzının
içi aydınlanmıştı. Eline aldığı kaşığa benzer bir
aletle Metin’in dişlerini incelemeye başladı.
— Hımm, dişlerin oldukça sağlıklı görünüyor.
Demek ki düzenli fırçalıyorsun.
— Evet, her sabah ve akşam dişlerimi
fırçalarım.
— Aferin Metin. Eğer böyle yapmasaydın
dişlerin çürüyebilirdi.
— Peki ne olur dişlerim çürüyünce?
— Çürüyen dişler çok ağrı yapar. Bu durumda
dişlerini tedavi etmemiz, hatta belki çekmemiz
bile gerekebilirdi. Neyse ki buna
gerek yok.
— Ohh, şükürler olsun. Dişlerime bir şey olmasını asla istemem.
Diş hekimi muayenesini tamamladıktan sonra:
— Neyse ki üzülecek bir şey yok. Fındığı
kırarken dişine baskı yapıp zarar vermişsin.
Şimdi sızlamasını geçirmek için dişine bir
ilaç süreceğim. Kısa bir süre sonra bir şeyin
kalmayacak. Ama lütfen bunu tekrar etme.
Her zaman bu kadar şanslı olmayabilirsin,
dedi.
— Bir daha asla yapmam bunu. Ben dersimi aldım.
— Öyleyse altı ay sonra tekrar görüşünceye kadar kendine
ve dişlerine iyi bak.
— Altı ay sonra tekrar mı geleceğim?
— Elbette. Dişlerimizi altı ayda bir kontrol ettirmeliyiz.
Metin, hiçbir sorun olmasa bile dişlerini altı ayda bir kontrol ettirmesi
gerektiğini bilmiyordu. Bugün diş doktorundan diş sağlığıyla ilgili
çok şey öğrenmişti.
Metin ile babası diş hekimine teşekkür ettikten sonra eve döndüler.
Gökçe ve annesi onları merakla bekliyorlardı. Korkulacak bir şey
olmadığını öğrenince çok sevindiler.
Gökçe sevinçle kardeşine sarıldı:
— Gel bakalım fındık faresi, gel! Haydi, odamıza gidelim de biraz
fındık yiyelim ama bu sefer kıracakla kıralım.
Herkes kahkahayla güldü Gökçe’nin bu sözlerine. Sonra da abla
ile kardeş neşeyle odalarına gittiler.